Perşembe, Nisan 26

Belcika'da bir koy..

BOKRIJK - Zamanda Yolculuk..

Gecen haftasonu esimle beraber gezdigimiz Genk sehrine cok yakin yapay bir koy burasi.. Icinde gercekten orada yasiyormus gibi yapan bir koy halki da var.. Hersey 100 yil oncesine ait.. Kiyafetler, evler, kullanilan esyalar..


Bircok kisiden duymustuk aslinda daha oncesinde de gidememistik. Havanin guzel oldugu bir gun yapilacak guzel bir etkinlik bence.. her gunun farkli bir temasi var, mesela bizim gittigimizde cevrede yetisen meyveler gunuydu.. Pazartesi gunu mesela camasir gunu.. Orada olan insanlar ona gore gunluk aktivitelerini duzenliyorlar.. Biz gittigimizde gezerken herkeste birseyler pisirme telasi vardi.. Bir evde elmali turta hazirlaniyordu, baska bir evde bahcedeki firina yeni ekmek surulmustu.. Mesela tam kapidan cikarken rastladigimiz biri bizimle sohbet ederek kiliseye yetismesi gerektigini falan soyledi.. Boyle degisik bir ortamdi.. Koyun bir de kilisesi ve okulu vardi meydanda.. Oralarda da isler gundelilkhayat seklinde ilerliyordu.. Koyun okulunda bulunan ogretmen o zamanki ogretim hakkinda da bilgi veriyordu.. O donemlerde daha ziyade okulun ogretmeninin maasini koyde yasayanlar, ciftciler falan odermis. Okulun icinde (toplamda bir sinif bir odadan olusuyor zaten) bulunan odada kalirmis ogretmen de. Koylerde ogretim zaten sadece okuma yazmadan ibaretmis. Bir de tanrinin varligi, sorgulanamazligi gibi konular islenirmis..


O donemde insanlarin ugrastigi el isleri ya da para kazanma yontemleri de evlerde sergileniyordu. Bazisi kumaslardan bebek yapiyor, bazisi sapka dikiyordu. Ayakkabicilik, hasir orme, hali dokuma, yun egirme, dantel orme aklimda kalmis.. Buradaki urunler de tabi gelenlere satiliyor isterseniz.. Ustteki fotograf mesela belcika danteli ornegi.. Cok degisik sekilde oruluyor bizim klasik tig ile dantel orme degil. Ben hic anlamam dantelden, bilenler belki methodu bize anlatir :)


Zenginle fakir arasindaki fark tabi o zamanlar da cok barizmis. Altta gordugunuz ilk fotograf baron ve baronezin mutfagindan.. Cok sikti dogrusu hersey.. Ikinci fotograf da ayni evin salonundan..

Ikinci fotograf da normal bir koyluye ait.. Fark ortada..


Aachen'a da oldukca yakin.. Firsatini bulursaniz renkli bir gun icin gidin gorun derim ben..

Çarşamba, Nisan 25

BRÜKSEL'DE PEMBE BAHAR


Bu yıl bahar öyle güzel gösterdi ki yüzünü, sabah altıda kuş cıvıltılarıyla uyanıyorum, sıcacık güneş içimi ısıtıyor, gözlerimiz doğanın güzelliğiyle dinleniyor.
Geçen hafta Ömer tesadüfen gittiği bir yerde inanılmaz güzel bir mahalle bulmuş, hemen ertesi gün beni de götürdü. Tahminimden çok daha güzeldi, bayıldım sokaklara, cennetin Brüksel'de olması gerekse ancak bu kadar olurdu diye düşündüm.



Yer aslında son derece kolay ama yoldan görünmediği için bilmek gerekli. Foret tarafında bölge olarak. Avenue Franklin Roosevelt üzerinden Herman Debrow yönüne giderken Hipodrom durağının arka tarafları. Hipodrom durağına gelince yolun sol tarafından içeri doğru girilince karşımıza çıkıyor bu güzel sokaklar. Bundan sonra Brüksel'de olduğum sürece her bahar oradayım, ruhumu dinlendirdi görüntü ve hoş koku.
Fazla söze gerek yok, görmenizi öneririm.










Atina - 2. Bolum..

(resimlerde bir sorun var - en kisa zamanda nedenini bulmaya calisacagim)
En guzeli ben gittigimiz yerlerin isimlerini unutmadan su postu tamamlayayim diyorum ben.. Ve Atina gezimizin kalan kismini da ekliyorum buraya..

Atina'da en cok insani etkileyen sey malum sehirde yasanan tarihsel olaylar, kurulan impratorluklar, olusan dusunceler, vs.. Boyle bir sehirde muzeler bence gorulsesi en onemli yerler.. o yuzden de iki muze gezdik biz Atina'da.. Biri Patission caddesindeki arkeoloji muzesi digeri de Stadiou Caddesindeki ulusal tarih muzesi idi.. Arkeoloji muzesi gercekten cok guzeldi bence.. Ulusal tarih muzesinde ise sadeec 1800ler sonrasi Yunanistan'in bagimsizligi icin yaptigi cengaverlikler, Navarin Deniz Zaferi (ne kadar zafer oldugu tartisilir bence) ilgili belgeleri, giysileri ve ilk meclisi iceriyor.. Biz oradayken bir de sergi vardi muzede.. Avrupa'li seyyahlarin yaptigi gezilerle ilgili bir sergiydi.. Aldiklari notlar, yazdiklari kitaplar, cizimler sergileniyordu.. Hollandaca, ingilizce, fransizca bircok eser gorduk.. En ilginc seylerden biri de en az 2-3 kaynakta osmanli imparatorlugu yerine "Turkish Empire" sozlerine rastlamamiz.. Yani aslinda bizim Osmanli dedigimize Avrupa'nin o zamanlar da Turk demesi ilginc.. Zaten osmanli topraklari da "Turkey" diye geciyordu bazi kaynaklarda..

(cinsiyetlere dikkat!)

(ulusal tarih muzesinin icinde ilk Yunan Meclisi)

Gorulecek baska bir yer de Atina'da sehir merkezine oldukca yakin olan Roman Agora'dir.. burasi antik roma'nin gelistigi yerler.. Burada Ruzgarlar Kulesini (Tower of the winds) gormeniz de mumkun.. Bu eser de caginin cok ilerisinde bir teknoloji harikasi aslinda.. 12 m yuksekliginde olan bu sekizgen yapi, tepesindeki hareketli mekanizma sayesinde ruzgarin yonunu gosteriyor. Her bir kosenin tepesinde de o yonun ruzgarini temsil eden bir figur vardi. Ayrica, gunes saati olarak kullaniliyor. Akropolisten gelen sulari kullanarak da bir su vanasi seklinde calisiyor.. Osmanli yonetimine gectikten sonra dervisler icin tekke olarak kullanilmis. Gene bu kalintilarin icine osmanli doneminde Fethiye Cami isminde bir cami yaptirilmis, su an icin oldukca bakimsiz, virane seklinde. Roman Agoranin sinirlari disinda hemen sokagin karsi tarafina ise bir medrese insa edilmis, ne yazikki 20 yy.da savaslardan dolayi sadece kalintilari duruyor simdi..



Zeus Tapinagindan da gunumuze pek birsey kalmamis birkac sutun disinda.. Millattan once 6. yy'da kurulumuna baslanan bu tapinak millattan sonra 2. yy.'a kadar Hadrian zamanina kadar tamamlanamamis.. Helenistik ve Roma donemlerinde Yunanistan'daki en buyuk tapinak burasi imis.

Sehrin her tarafindan gorulen, Atina'nin en onemli eserlerinden biri olan Akropolis gercekten yakindan cok daha etkileyici.. Zaten bulundugu konum itibariyle insanlarin neden Tanrilarin burada yasadigina inanmasi cok normal geliyor insana.. Turkcesi "Kutsal Kaya" olan Akropolis bircok yapidan olusuyor.. Parthenon bunlardan en onemlisi.. Atina sehrinin tanricasi, Zeus'un kizi Athena'nin tapinagidir burasi. 6. yyda bir kiliseye cevrilen yapi osmanli doneminde cami olarak kullanilmis. Ayni zamanda sehir savunmasinda da kullanilan bu tepe bir venedik saldirisinda bombalanmis ve bu tapinak buyuk hasar gormustur. Su andaki en onemli tehlike de sehrin hizla endustri alani haline geldikten sonra olusan asit yagmurlarinin mermer yapiya verdigi zarar..


Sehirde gorulebilecek yerlerden biri de Keramikos denilen bolge.. Pek birsey yok bence ama zamaniniz varsa bir yerlere gitmek istiyorsaniz Akropolise oldukca yakin bir bolgede.. Ilk toprak kap kacaklar bu bolgeden cikarilmis.. Seramikciligin o donemlerdeki merkezlerden birisi yani..


Son olarak sehirde kebap turu birseyler yemek isterseniz mutlaka Thannasis denilen Monastiraki meydanina cok yakin olan yere ugrayin derim ben.. ben boyle sis kebap yemedim!

Salı, Nisan 17

EIFEL YOLLARI TASLI; GELIYOR WIRTFALL KASLI...

6-9 nisanda harika bir tatil gecirdik . Almanyada, hemen belcika sinirina ve ardennlere yakin 11 kisi yola dustuk. Gidecegimiz bolgenin isminin Eifel olmasi polemik konusu oldu ama almanya sinirlarina girince icimiz rahatladi :) Brukselden yola cikacaklar icin kolay guzergah soyle: Liegei takip edip almanya sinirini gecer gecmez ilk sagdan cikilacak. kuzeye prum yonune gidip sonunda Stadtkyll sehrine ulasilir. Brukselden 2,5 saatlik mesafede. Cuma aksami cikista ve ptesi gece tatil donusunde trafikle karsilasmadik.

Omer ayarladigi bungalowlardan pek umitli degildi. Ses gecirme problemini yasamislar daha once. Burada beklenilenden cok daha iyi cikti. Tum arac gereciyle kullanisli 2 evde kaldik. Bir evde normal yatakli uc oda vardi. Diger evin bir odasinda ise ranza vardi. Eee tabi 11 kisiyi tek eve sigdirmak mumkun degildi. Son anda bulunabilecek en iyi evlerdi. Katilmaya gec karar veren Cemalin carsaflari disinda ev esyalari tamamdi. Elbette gunluk kullanim icin gereken bulasik deterjani, tuvalet kagidi vs uzun hafta sonuna yetecek kadar bol degil. Bu tur konularda hazirlikli olmamiz iyi oldu.

Hazirliklar tatile 1 hafta kala yogunlasti. "'ne yiycez?" temasi uzerine kurulu 64 emailden sonra Gulsah masaya yumrugunu koydu = "orada pisirme-tasi !". Her cift bir kac cesit pratik yiyecek hazirlama gorevini ustlendi; ve yanina bol miktarda kahvaltilik ve icecek alindi. Gulsah bu yerinde fikir icin cok tesekkurler...

Tesisin kendisinde (landal - wirtfall) yapacak cok sey var zaten. Guzel bahar havasi ve ormanlarin arasinda yurumek bile yetiyor insana. Onun disinda futbol, tenis, plaj voleybolu hemen cocuk parkinin yaninda yer aliyor. Mini golf sahasini kullanmaya firsatimiz olmadi ama basket sahasinin hemen yanindaki futbol sahasinda Gulsah ve Evren erkeklere (ve cocuklara) ders verdi. Kizlar kivrak hareketlerle goller attilar. Dedim ya yapacak o kadar cok sey var ki...
Yuzme havuzu cok ragbet gormedi. Kucuk oldugu ve paskalya tatilindeki cocuklarla dolu oldugu icin olsa gerek. Son gun Cemoyla denedigimiz sauna oldukca temizdi. Icerde kum saati yok diye dert yanarken cam kapidan gorulme acisinda yerlestirilmis kocaman saati farkettigimizde is isten gecmisti... 15er dakikalik 3 setten sonra huzuru bulmustuk.

Bitmedi, landalda oynamadigimiz bir de bowling salonu var. Mini ebatlarda 2 saha. neyseki bu tur kapali mekanlarda oturmamizi gerektirecek hava kosullari mevcut degildi :) Bungalovlarin on tarafindaki gol (bize oldukca uzakti) etrafinda balik tutan insanlar ordusu vardi... Hicbirimizde bu tur bir keyif anlayisi olmamasi ne garip.

Biz saunada terlerken Omer, Gulsah, Tolga ve Evren kiraladiklari Landal bisikletleriyle cevre turu yaptilar. Ve fazlasiyla terlemisler.

Ortamin en vurucu unsuru sominelerdi. Her iki evde de somineleri yakarak super zaman gecirdik. Hatta bazilarimiz "insanin evinde jakuzisi olacagina, sominesi olsun'' falan dedi - canim ne alakasi var... gunluk odun toplama isi yemek sonrasi sporu olarak tarihe gecti. Odunlari kirarak tasima konusunda oyle ilerledik ki Ozkan sonunda bir agaci soktu yerinden! Tesisleri anlatmaktan bir hal oldum; tatili keyifle gecirmemizi saglayacak her sey vardi sanirim. Elbette temiz ve bakimli olmasi tatilin tam olarak icimize sinmesini sagladi.

Cevrede yapilacak cilginca seyler yok elbette. Noolabilir ki almanyada? Volkan kraterlerinde gezmek, havaalaninin dibinde oturup dusen ucaklari seyretmek, alman kafelerinde yarimsar kilo dondurma yemek siradan seyler... Prum sehri civardaki en buyuk sehir. Paskalya icin yumurtalarla suslenmisti agaclar. Birkac ilginc dukkan bulduk. 150 yillik oldugu kapida yazili olan hediyleik ve mutfak esyalari dukkani ilgimizi cekti. Giderseniz ugrayin; merkezde oldugu icin bulmaniz kolay. Stadtkyllde ise dolu bir antika dukkani var. Cadde uzerinde. Bol miktarda nazi almanyasi hatirasi bulmak mumkun.

Apfelsholle (boyle mi yaziliyordu? gazli elma suyu) her kafede icilebilen yegane icecegim oldu. Sadece bilim/teknikte degil dondurma sunumu konusunda oldukca ilerlemisler almanlar. Yogurtlu, meyveli (rote grutze hmmm), karamelli-balli... Ha bir de spagetti seklinde olanlari var.. meraklisina. Kek, pasta cinsleri damak tadima cok uygun degildi. Ama fiyatlar cok hesapli. Belcikadan sonra almanya cennet; ne bulsak yedik...

Tavsiye ediyor muyuz ? Elbette. Belcika, fransa, almanya, luxb. civarinda kacirilmayacak bir tatil mekani. Fiyatlari oldukca uygun (kisi basi kalma+yiyecek masrafi 75euro/4gun) Kalabalik olmanin ve planli alisverisin bu rakamdaki etkisini unutmayin tabi.

Bu arada sabirsiz kiz ayni geziyi bloglamis bile. okuyun, yorum yazin, sevindirin :)

Pazartesi, Nisan 2

Tropik Güneş

Yaz heyecanına kapılmaya başladığımız şu günlerde biraz deniz-güneş muhabbeti yapalım diye düşündüm. İki sene önce gittiğimiz Dominik Cumhuriyeti gerçekten görülmeye ve sözü edilmeye değer bir yer bence. Aylardan Mayıstı ve bizim Brüksel’de yağmur ve kötü havadan tamamen içimiz kararmıştı. Rezervasyonumuzu birkaç ay önceden yaptırdığımız için de git gide sabırsızlanıyorduk. Otel ve tarihi Thomas Cook kataloğundan seçtik. Cumartesi yola çıkıp bir sonraki pazar sabahı Brüksel’de oluyorduk. Hayalimizde canlandırmamızın zor olduğu ve az gelişmişliği bilinen biryer olduğu için ben bayağı stresliydim ayrıca. Bir de Türk vatandaşı olduğumuz için Belçika’da yaşıyor olsak bile vize almamız gerekti. Ama bu iş öyle kolaydı ki, yaşadığım en hoş vize alma tecrübesi. Dominik Cumhuriyeti Konsolosluğu, Adres: 12 Avunue Bel Air 1180, Bxl, Telefon : 02 346 4935/5723. Konsolos hanım (Pilar Pimentel) inanılmaz tatlıydı, Belçikalıların vizeye ihtiyacı yok ve sanırım vize almaya kırk yılda bir, bir insan geliyor, bizi misafir ağırlar gibi ağırladı. Önceden arayıp randevu almak gerekiyor, rezervasyon detayları, fotoğraf.....vs ile birlikte gidip birkaç gün sonra alınıyor. Konsolosla bir kaç ay kadar sonra yolda karşılaştım, beni sarılıp öptü, beraber salsaya gidelim, Ömer’e selam söyle falan dedi, işinin bayağı az olduğunu orada daha iyi anladım.
Sabah saatlerinde yola çıktık ve dokuz saatlik direk Brüksel uçuşuyla Dominik Cumhuriyeti’ne vardık. Havayolu şirketimiz o güne kadar bilmediğim Martin Air adında bir Hollanda şirketiydi. Son derece rahat, servisin ve personelin gayet düzgün işlediği bir şirket. Dikkat edilmesi gereken, eğer domuz eti yemiyorsanız seyahat acentanıza uçuştan birkaç gün önce bunu bildirmek vejeteryan menüsü sağlanmasını istemek. Çünkü yol bayağı uzun sürdüğü için unutulması halinde zor saatler geçirebilirsiniz. Biz bildirdiğimiz halde ne yazık ki unutulmuştu ama neyseki ben akıl edip check-in sırasında sordum tekrar ve şansımız varmış Martin Air havaalanında bu sorunu halletti. Aynı şekilde dönüş için de kaldığınız otelde Thomas Cook adına çalışan birisi hergün belli saatlerde orada bulunuyor, ona önceden bu tür şeyleri söylemeniz gerekiyor.

Yolculuk uzun ama keyifliydi. Ben bu kadar uzun bir uçak yolculuğu ilk kez yapıyordum ve iniş sırasında çok fazla kulağım ağrımıştı ve bayağı korkmuştum. Ama iner inmez geçmesi beni çok rahatlatmıştı. Ada’da bizim gideceğimiz yer olan Punta Cana ve Puerto Plaja olarak uçakların iniş yaptığı iki bölge var. Uçağımız indi ve biz ilk durak yolcuları indik. Diğerleri bizim ve bagajlarımızın inmesini, ayrıca uçağın onları kendi bölgelerine götürmesini bekliyorlardı. Böyle uzun bir yolculuktan sonra onların yerinde olmak istemezdim doğrusu. Ayrıca Punta Cana adanın en güzel plajı ve beyaz kum olan bölgesiydi. Orayı seçtiğimiz için oldukça sevinçliydim. Hava alanı öyle güzel ki, belki de dünyanın en güzelidir, bambulardan yapılmış, tam anlamıyla tropik iklime geldiğinizin ilk göstergesi. Uçaktan iner inmez yerel kıyafetli, ellerinde çiçekler falan olan iki kız yanınıza geliyor ve şipşak hemen fotoğrafınız çekiliyor, dönüşte alabiliyorsunuz. Etrafta turistlere hoş görünecek bir sürü şey, yerel çalgılar çalan adamlar falan. Tuvalete yürüyorum hızla, o kadar temiz ve şirin ki, yerli bir kadın heryeri çiçeklerle süslemiş. Oh iyi ki geldik demeye başlayacağım neredeyse. Ama ne yazık ki çok geri kalmışlar, bavullar için X-ray cihazı bile yok, açıp bakıyorlar, herşeyin kalem kağıtla yapıldığı vize ve pasaport kontrolünden sonra işimiz bitiyor, zaten pek de zorluk çıkarma niyetleri var gibi değil. Havaalanı çıkışında seyahat acentaları temsilcileri bizi bekliyorlardı. İsimlerin olduğu listeden hangi otobüse bineceğimizi söylediler. Herkes yerleşince otobüsümüz hareket etti. Otelimize varmamız kırk dakika kadar sürdü. Yollar gerçekten kötüydü, çok fakir bir ülke, kulubelerin üzerinde Bank, Supermarket yazıları vardı, gerçek olduklarına inanamıyordum. Yolda sürekli önümüze bisikletli, çocuk, kamyon falan çıkıyordu. Tatil boyunca otelde kalmaya o sırada karar verdik, şehir gezisi diye birşey olamayacaktı. Fakat insanlar öyle sıcak, samimi ve mutlu ki, müzik duyar duymaz baçata yapmaya başlıyorlar dünyayı umursamaz bir şekilde.



Sonunda otelimize vardık. Cennet gibi bir yer, Punta Cana İberostar Bavaro. Kocaman bir tatil köyü, içinde üç otel var, bizim kaldığımız iki katlı minik evlerden oluşan kısımdı, diğerleri büyük bir binada odalar olarak düzenlenmiş. Çok geniş bir arazi üzerine kurulmuş ve içinde tatilde akla gelebilecek her türlü konfor düşünülmüş bir otel. Rezervasyon yaptırmadan önce bayağı araştırmıştık ve bütün reviewlarda da buranın Dominik Cumhuriyeti’nin hatta Karayip bölgesinin en güzel oteli olduğu değerlendiriliyordu, halen takip ediyorum, aynı şeyler söyleniyor. İyi bir seçim yaptığımıza çok sevinmiştik. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı, otel görevlileri bizi karşılama odasına aldılar, genel bilgiler verdiler, ben de ne olduğunu bilmediğim değişik ama güzel tatlı, buz gibi meyve suyunu yudumluyordum. Hava o kadar güzel, sıcacık, tatlı bir nem kokusu taşıyordu. Üzerimizdeki mont ve hırkaları hemen çıkarmıştık zaten. Otelin lobi kısmı çok güzeldi, yarı açık, çok estetik ve çok rahat bir şekilde düzenlenmişti. Daha sonra da bazı öğleden sonralarımızı orada kitap okuyup, uzanıp birşeyler içerek geçirdik. Odamız hem havuza ve plaja iki adım, hem okyanus manzaralı ve de kocamandı, Ayrıca otelde hersey çok çok temizdi. Otel tamamıyla çok güzel dizayn edilmişti. Havanın kararmış olmasına rağmen hemen koşup projektörle aydınlanan plaja baktık, herşey katalogda göründüğünden çok daha güzeldi, sabah olması için sabırsızlanıyorduk.


Saat farkından dolayı sabah altı gibi, uykumuzu fazlasıyla almış olarak uyandık. Zaten tatilde erken uyanmayı çok severim, bütün günü tam olarak yaşayabilirsin. Saatin yedi olup kahvaltının açılmasını bekledik, kahvaltının ilk müşterileri bizdik. Gündüz herşey çok daha güzel görünüyordu. Havası çok güzel bir yer, gece gündüz sıcaklık sürekli 28 – 32 derece arasında, başka bir değişme hiç olmuyor. Rahatsız etmeyen, çok güzel kokan bir nem var hep havada. Bir hafta içinde üç, dört kez yağmur da yağdı, öyle güzel bir yağmur ki, hem hava sıcaklığı değişmiyor, hem de koku güzelleşiyor. Sıcacık, tropik sağnak yağmur altında denize girip, plaj voleyboluna da devam ediliyor. Kahvaltı yeri ve kahvaltı çok güzeldi, akla gelebilecek herşey sunuyorlardı ve otel görevlileri sürekli gülümseyip, sizinle konuşuyor. Emmanuel adında bir görevli her sabah seçtiğimiz karışımlarla bize omlet yapıyordu. Yan tarafta kocaman yapay bir göl ve adanın meşhur hayvanları flamingolar ile onlara eşlik eden başka güzel kuşlar, kuğular, ördekler, karabataklar, nilüferler arasında yüzerek, kahvaltımıza eşlik ediyorlardı. Flamingoların tek ayakları üzerinde saatlerce nasıl durdukları gerçekten ilginçti, ama o kadar güzel renkleri var ki. Otelin diğer kısımlarında da yine flamingolar ve tavus kuşları serbestçe gezinip, kafalarına göre takılıyorlar. Mesela siz güneşlenirken bir tavuskuşu yanınıza gelip kuyruğunu açıp orada öylece gösteri yapıyor, yada sabah bir bakmışşınız balkonunuza tünemiş. Bir de etrafta bayağı çok yengeç vardı. Ben ilk başta korktum ama insandan kaçıyorlar zaten ve çok tatlılar, sabahları anne, baba ve çocuklar olarak yürüyüş yapıyorlardı.

Plaj ve havuz da çok güzeldi, bambu şemsiyeler heryerde vardı. Kesinlikle otelde kalabalık bir hava yoktu, her zaman rahat ve sakin bir ortamdı. Biz daha çok plaja gidiyorduk. Sahil boyu beyaz kum ve hemen dibinden dev palmiyeler başlıyor, göz alabildiğine böyle bir manzara vardı. Sürekli de denizden gelen bir esinti, palmiyeler hışır hışır hep sizi serinletiyor. Plaj boyu diğer otellerin de önünden geçerek, çıplak ayaklı, uzun yürüyüşler yapılabilecek biryer. Yandaki koyda plaj kenarında hediyelik eşyalar satan minik minik bambu barakacıklara ben bayılmıştım. Resimlerimizi koyduğum el yapımı, dışı yaprakla kaplı, ham kağıttan bir albüm aldım oradan; üzerindeki nem kokusu hala duruyor. Adanın meşhur bir taşı var ayrıca, mavi renk, bizim firuzeye çok benziyor, ondan yapılmış bir sürü takı da satılıyordu. Plajda çok uzun saatler geçirdik. Kahvaltı sonrası bambu şemsiyemizin altına yerleşip, arada yürüyüşe gidip, acıktığımızda birşeyler atıştırıp, biraz kestirmeye tekrar plaja geliyorduk, kitap okuyup bol bol dinlendik. Ömer plaj voleybolu yarışmasına da katıldı, o da çok zevkliydi. Plajda ve havuzda belli saatlerde salsa ve Dominik’in geleneksel dansi olan baçata kursu, plaj partisi, barbekü günleri gibi çeşitli aktiviteler yapılıyordu. Animasyon grubu da oldukça samimiydi. Biz farketmeden istakoz gibi yanmışız o arada.







Yemek organizasyonu da son derece başarılıydı. Kahvaltıdan bahsettim zaten, açık büfe, akla gelen hemen hemen herşeyin olduğu ağzınıza layık kahvaltı keyfiyle başlıyor günler Dominik’de. Aslında günün hemen hemen her saati yiyecek birşeyler bulacağınız bir restoranı her zaman açık tutuyorlar, ama tabi aperatif şeyler bulunuyor. Tabi ana yemek saatlerinde asıl yemekler oluyordu. Öğlen pek çok seçenek bulabilirsiniz. Açık büfe öğlen yemeği son derece zengin; ayrıca havuz ve plaj kenarındaki barbekü partilerini de biz çok sevmiştik. Hatta barbekü sonrası tatlı çeşitleri daha zengin olduğu için açık büfeye de uğruyorduk, evet bayağı abartmışız. Ayrıca İtalyan mutfağı ve fastfood olan yerler de elinizin altında. Gün içinde susadıkça da pilaj ve havuza yine iki adım olan fruit bardan şu, şu, şu diye gösterip, anında sıkılan türlü türlü meyve suyu kokteylleri ile serinliyorduk. Akşam yemeği için seçenek oldukça geniş. İsterseniz değişik ülke mutfaklarının sunulduğu restoranlarda farklı lezzetler tadabiliyorsunuz.



Dikkat edilmesi gerekenler arasında açıktan su içmemek gerektiği söyleniyor, biz en çok buna dikkat ettik, neyse ki zaten hiç bir sorunla karşılaşmadık. Odaları temizleyenler için yanınızda bulunduracağınız bozuk 1 Dolarlardan bırakınca bayağı çok şişe suyu bırakıyorlar.


Ayrıca ada, dalgıçların oldukça tercih ettiği bir mekan. Dersler ve ilk dalış otelde ücretsizdi. Adanın diğer bölgelerine de çeşitli günlük geziler var. Biz son derece sırt üstü yatma tatili amacıyla gittiğimiz için gezilere katılmadık. Ama, mutlaka güzel olabilecek, şelale, adanın iç bölgelerine günlük turlar bulunabilir.



Kişi başı bir hafta herşey dahil toplam 1200 Euro civarında ödedik. Ödemenin %20’sini rezervasyon sırasında, geri kalanını da gitmeden birkaç hafta önce yaptık. Fiyata ekstra aldığımız okyanus manzaralı oda da dahildi ve bunun için 100 Euro kadar vermiştik. Ama hem otel çok güzeldi hem de odamız tatil köyü içindeki en güzel konumlu ve manzaralı odalardan bir tanesiydi. Bu fiyata kesinlikle değecek bir tatil bence.