
Sabah saatlerinde yola çıktık ve dokuz saatlik direk Brüksel uçuşuyla Dominik Cumhuriyeti’ne vardık. Havayolu şirketimiz o güne kadar bilmediğim Martin Air adında bir Hollanda şirketiydi. Son derece rahat, servisin ve personelin gayet düzgün işlediği bir şirket. Dikkat edilmesi gereken, eğer domuz eti yemiyorsanız seyahat acentanıza uçuştan birkaç gün önce bunu bildirmek vejeteryan menüsü sağlanmasını istemek. Çünkü yol bayağı uzun sürdüğü için unutulması halinde zor saatler geçirebilirsiniz. Biz bildirdiğimiz halde ne yazık ki unutulmuştu ama neyseki ben akıl edip check-in sırasında sordum tekrar ve şansımız varmış Martin Air havaalanında bu sorunu halletti. Aynı şekilde dönüş için de kaldığınız otelde Thomas Cook adına çalışan birisi hergün belli saatlerde orada bulunuyor, ona önceden bu tür şeyleri söylemeniz gerekiyor.
Yolculuk uzun ama keyifliydi. Ben bu kadar uzun bir uçak yolculuğu ilk kez yapıyordum ve iniş sırasında çok fazla kulağım ağrımıştı ve bayağı korkmuştum. Ama iner inmez geçmesi beni çok rahatlatmıştı. Ada’da bizim gideceğimiz yer olan Punta Cana ve Puerto Plaja olarak uçakların iniş yaptığı iki bölge var. Uçağımız indi ve biz ilk durak yolcuları indik. Diğerleri bizim ve bagajlarımızın inmesini, ayrıca uçağın onları kendi bölgelerine götürmesini bekliyorlardı. Böyle uzun bir yolculuktan sonra onların yerinde olmak istemezdim doğrusu. Ayrıca Punta Cana adanın en güzel plajı ve beyaz kum olan bölgesiydi. Orayı seçtiğimiz için oldukça sevinçliydim. Hava alanı öyle güzel ki, belki de dünyanın en güzelidir, bambulardan yapılmış, tam anlamıyla tropik iklime geldiğinizin ilk göstergesi. Uçaktan iner inmez yerel kıyafetli, ellerinde çiçekler falan olan iki kız yanınıza geliyor ve şipşak hemen fotoğrafınız çekiliyor, dönüşte alabiliyorsunuz. Etrafta turistlere hoş görünecek bir sürü şey, yerel çalgılar çalan adamlar falan. Tuvalete yürüyorum hızla, o kadar temiz ve şirin ki, yerli bir kadın heryeri çiçeklerle süslemiş. Oh iyi ki geldik demeye başlayacağım neredeyse. Ama ne yazık ki çok geri kalmışlar, bavullar için X-ray cihazı bile yok, açıp bakıyorlar, herşeyin kalem kağıtla yapıldığı vize ve pasaport kontrolünden sonra işimiz bitiyor, zaten pek de zorluk çıkarma niyetleri var gibi değil. Havaalanı çıkışında seyahat acentaları temsilcileri bizi bekliyorlardı. İsimlerin olduğu listeden hangi otobüse bineceğimizi söylediler. Herkes yerleşince otobüsümüz hareket etti. Otelimize varmamız kırk dakika kadar sürdü. Yollar gerçekten kötüydü, çok fakir bir ülke, kulubelerin üzerinde Bank, Supermarket yazıları vardı, gerçek olduklarına inanamıyordum. Yolda sürekli önümüze bisikletli, çocuk, kamyon falan çıkıyordu. Tatil boyunca otelde kalmaya o sırada karar verdik, şehir gezisi diye birşey olamayacaktı. Fakat insanlar öyle sıcak, samimi ve mutlu ki, müzik duyar duymaz baçata yapmaya başlıyorlar dünyayı umursamaz bir şekilde.
Yolculuk uzun ama keyifliydi. Ben bu kadar uzun bir uçak yolculuğu ilk kez yapıyordum ve iniş sırasında çok fazla kulağım ağrımıştı ve bayağı korkmuştum. Ama iner inmez geçmesi beni çok rahatlatmıştı. Ada’da bizim gideceğimiz yer olan Punta Cana ve Puerto Plaja olarak uçakların iniş yaptığı iki bölge var. Uçağımız indi ve biz ilk durak yolcuları indik. Diğerleri bizim ve bagajlarımızın inmesini, ayrıca uçağın onları kendi bölgelerine götürmesini bekliyorlardı. Böyle uzun bir yolculuktan sonra onların yerinde olmak istemezdim doğrusu. Ayrıca Punta Cana adanın en güzel plajı ve beyaz kum olan bölgesiydi. Orayı seçtiğimiz için oldukça sevinçliydim. Hava alanı öyle güzel ki, belki de dünyanın en güzelidir, bambulardan yapılmış, tam anlamıyla tropik iklime geldiğinizin ilk göstergesi. Uçaktan iner inmez yerel kıyafetli, ellerinde çiçekler falan olan iki kız yanınıza geliyor ve şipşak hemen fotoğrafınız çekiliyor, dönüşte alabiliyorsunuz. Etrafta turistlere hoş görünecek bir sürü şey, yerel çalgılar çalan adamlar falan. Tuvalete yürüyorum hızla, o kadar temiz ve şirin ki, yerli bir kadın heryeri çiçeklerle süslemiş. Oh iyi ki geldik demeye başlayacağım neredeyse. Ama ne yazık ki çok geri kalmışlar, bavullar için X-ray cihazı bile yok, açıp bakıyorlar, herşeyin kalem kağıtla yapıldığı vize ve pasaport kontrolünden sonra işimiz bitiyor, zaten pek de zorluk çıkarma niyetleri var gibi değil. Havaalanı çıkışında seyahat acentaları temsilcileri bizi bekliyorlardı. İsimlerin olduğu listeden hangi otobüse bineceğimizi söylediler. Herkes yerleşince otobüsümüz hareket etti. Otelimize varmamız kırk dakika kadar sürdü. Yollar gerçekten kötüydü, çok fakir bir ülke, kulubelerin üzerinde Bank, Supermarket yazıları vardı, gerçek olduklarına inanamıyordum. Yolda sürekli önümüze bisikletli, çocuk, kamyon falan çıkıyordu. Tatil boyunca otelde kalmaya o sırada karar verdik, şehir gezisi diye birşey olamayacaktı. Fakat insanlar öyle sıcak, samimi ve mutlu ki, müzik duyar duymaz baçata yapmaya başlıyorlar dünyayı umursamaz bir şekilde.

Sonunda otelimize vardık. Cennet gibi bir yer, Punta Cana İberostar Bavaro. Kocaman bir tatil köyü, içinde üç otel var, bizim kaldığımız iki katlı minik evlerden oluşan kısımdı, diğerleri büyük bir binada odalar olarak düzenlenmiş. Çok geniş bir arazi üzerine kurulmuş ve içinde tatilde akla gelebilecek her türlü konfor düşünülmüş bir otel. Rezervasyon yaptırmadan önce bayağı araştırmıştık ve bütün reviewlarda da buranın Dominik Cumhuriyeti’nin hatta Karayip bölgesinin en güzel oteli olduğu değerlendiriliyordu, halen takip ediyorum, aynı şeyler söyleniyor. İyi bir seçim yaptığımıza çok sevinmiştik. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı, otel görevlileri bizi karşılama odasına aldılar, genel bilgiler verdiler, ben de ne olduğunu bilmediğim değişik ama güzel tatlı, buz gibi meyve suyunu yudumluyordum. Hava o kadar güzel, sıcacık, tatlı bir nem kokusu taşıyordu. Üzerimizdeki mont ve hırkaları hemen çıkarmıştık zaten. Otelin lobi kısmı çok güzeldi, yarı açık, çok estetik ve çok rahat bir şekilde düzenlenmişti. Daha sonra da bazı öğleden sonralarımızı orada kitap okuyup, uzanıp birşeyler içerek geçirdik. Odamız hem havuza ve plaja iki adım, hem okyanus manzaralı ve de kocamandı, Ayrıca otelde hersey çok çok temizdi. Otel tamamıyla çok güzel dizayn edilmişti. Havanın kararmış olmasına rağmen hemen koşup projektörle aydınlanan plaja baktık, herşey katalogda göründüğünden çok daha güzeldi, sabah olması için sabırsızlanıyorduk.

Saat farkından dolayı sabah altı gibi, uykumuzu fazlasıyla almış olarak uyandık. Zaten tatilde erken uyanmayı çok severim, bütün günü tam olarak yaşayabilirsin. Saatin yedi olup kahvaltının açılmasını bekledik, kahvaltının ilk müşterileri bizdik. Gündüz herşey çok daha güzel görünüyordu. Havası çok güzel bir yer, gece gündüz sıcaklık sürekli 28 – 32 derece arasında, başka bir değişme hiç olmuyor. Rahatsız etmeyen, çok güzel kokan bir nem var hep havada. Bir hafta içinde üç, dört kez yağmur da yağdı, öyle güzel bir yağmur ki, hem hava sıcaklığı değişmiyor, hem de koku güzelleşiyor. Sıcacık, tropik sağnak yağmur altında denize girip, plaj voleyboluna da devam ediliyor. Kahvaltı yeri ve kahvaltı çok güzeldi, akla gelebilecek herşey sunuyorlardı ve otel görevlileri sürekli gülümseyip, sizinle konuşuyor. Emmanuel adında bir görevli her sabah seçtiğimiz karışımlarla bize omlet yapıyordu. Yan tarafta kocaman yapay bir göl ve adanın meşhur hayvanları flamingolar ile onlara eşlik eden başka güzel kuşlar, kuğular, ördekler, karabataklar, nilüferler arasında yüzerek, kahvaltımıza eşlik ediyorlardı. Flamingoların tek ayakları üzerinde saatlerce nasıl durdukları gerçekten ilginçti, ama o kadar güzel renkleri var ki. Otelin diğer kısımlarında da yine flamingolar ve tavus kuşları serbestçe gezinip, kafalarına göre takılıyorlar. Mesela siz güneşlenirken bir tavuskuşu yanınıza gelip kuyruğunu açıp orada öylece gösteri yapıyor, yada sabah bir bakmışşınız balkonunuza tünemiş. Bir de etrafta bayağı çok yengeç vardı. Ben ilk başta korktum ama insandan kaçıyorlar zaten ve çok tatlılar, sabahları anne, baba ve çocuklar olarak yürüyüş yapıyorlardı.



Yemek organizasyonu da son derece başarılıydı. Kahvaltıdan bahsettim zaten, açık büfe, akla gelen hemen hemen herşeyin olduğu ağzınıza layık kahvaltı keyfiyle başlıyor günler Dominik’de. Aslında günün hemen hemen her saati yiyecek birşeyler bulacağınız bir restoranı her zaman açık tutuyorlar, ama tabi aperatif şeyler bulunuyor. Tabi ana yemek saatlerinde asıl yemekler oluyordu. Öğlen pek çok seçenek bulabilirsiniz. Açık büfe öğlen yemeği son derece zengin; ayrıca havuz ve plaj kenarındaki barbekü partilerini de biz çok sevmiştik. Hatta barbekü sonrası tatlı çeşitleri daha zengin olduğu için açık büfeye de uğruyorduk, evet bayağı abartmışız. Ayrıca İtalyan mutfağı ve fastfood olan yerler de elinizin altında. Gün içinde susadıkça da pilaj ve havuza yine iki adım olan fruit bardan şu, şu, şu diye gösterip, anında sıkılan türlü türlü meyve suyu kokteylleri ile serinliyorduk. Akşam yemeği için seçenek oldukça geniş. İsterseniz değişik ülke mutfaklarının sunulduğu restoranlarda farklı lezzetler tadabiliyorsunuz.

Dikkat edilmesi gerekenler arasında açıktan su içmemek gerektiği söyleniyor, biz en çok buna dikkat ettik, neyse ki zaten hiç bir sorunla karşılaşmadık. Odaları temizleyenler için yanınızda bulunduracağınız bozuk 1 Dolarlardan bırakınca bayağı çok şişe suyu bırakıyorlar.

Ayrıca ada, dalgıçların oldukça tercih ettiği bir mekan. Dersler ve ilk dalış otelde ücretsizdi. Adanın diğer bölgelerine de çeşitli günlük geziler var. Biz son derece sırt üstü yatma tatili amacıyla gittiğimiz için gezilere katılmadık. Ama, mutlaka güzel olabilecek, şelale, adanın iç bölgelerine günlük turlar bulunabilir.


2 yorum:
Merhaba :)
Blogunuz hayirli olsun. Gercekten guzel bir dusunceyle yola cikmissiniz. Tam da balayi icin nereye gidecegimizi dusunuyorduk. Burasi gayet guzel gorunuyor. Baska tavsiye edebileceginiz yerler var mi?
Sevgiler,
Tesekkurler Isil, ayrica ilk okuyucumsun sanirim, bu da beni cok sevindirdi. Bu arada biz de balayina gitmistik Dominik'e, simdiden iyi tatiller. Diger gorulmeye deger yerleri de en kisa zamanda ekleyecegim.
Yorum Gönder